Dinsel Semboller Olarak Kın Kanatlılar adlı makalemizi seveceğinizi umuyoruz.
Bok böceği, genellikle, bu kın kanatlıyı gerçekten en önemli dinsel simge yapan eski Mısır ile ilişkilendirilmektedir; ancak, bok böceklerine ve diğer kın kanatlılara, tarih öncesinden bu yana, çeşitli şekillerde ibadet edilmektedir. Bu makale, Mısırlılar’ın, bok böceklerini, ne kazara ne de eşsiz olarak kullandığını ve bunların, sadece, tüm tarih boyunca, pek çok kutsal kın kanatlılardan en belirgini olduğunu gösterecektir.
Yves Cambefort’un makalesi, 4 ana bölümden oluşmaktadır.
1. Tarih Öncesinden Budizme ve Taoculuğa Uzanan Evre: İçerisinde, Şamanizm, Yaratıcı olarak Bok Böceği ve Budizm ve Taoculuk yer almaktadır.
2. Eski Mısır: İçerisinde, Khepri ve Piramitler, Bok Böceği ve Mumya, Uğurlu Bok Böceği ve “Ptah ve Neit” yer almaktadır.
3. Hint-Avrupalılar: İçerisinde, Hindistan ve İran yer almaktadır.
4. Yahudi-Hristiyan Kültürü: İçerisinde, Sami Halkı ve Kitabı Mukaddes, Hristiyan Yazarlar ve Çağdaş Avrupa yer almaktadır.
Tarih öncesi inançlarının, günümüzdeki ilkel kültürlerin inançlarıyla ilişkili olduğu iyi bilinmektedir. Daha şaşırtıcı olanı, bu ilkel inançların, çoğunlukla, daha özenle geliştirilmiş olanlara doğru evrimlenmesidir.
I. Tarih Öncesinden Budizme ve Taoculuğa Uzanan Evre
Kın kanatları şeklindeki “Kolye veya Küpe süsleri” (pendantlar), Yontma Taş Devri’nden (10.000-20.000 yıl önce) beri bilinmektedir. Mısır medeniyetinden böylesine eski bir zamanda, bu insanların, kın kanatlı vücut süslerine ithaf ettikleri gerçek anlamı bilmek zordur. Günümüzdeki ilkel kültürlerce gösterilen alışkanlıkların gözlenmesinden, buna dair bazı ipuçları sağlanmaktadır. Etnoentomolojik (Yerel halkların çevrelerindeki böceklerle ilişkisini inceleyen) çalışmalar, kın kanatlıların öneminin, gıda kaynağı olarak önemlerinden ve uçma yeteneklerinden kaynaklandığını göstermektedir.
İlkel ve geleneksel kültürlerde, şamanlar (sihirbaz hekimler), çok önemli roller oynamaktadırlar. Bunlar, hem karasal hem de göksel dünyalardaki sorunlara hitap edebilecek güce sahip kimselerdir. Bunlar, gökyüzünde – rüyalarda veya ruhun yücelmesinde- uçabilirler ve cehennem güçleri ve sıradan insanlar arasında ara bulucu olarak faaliyet gösterdikleri, yeraltındaki cehenneme inebilirler. Yüksek itibar gösterilen bu yeteneklerle, kın kanatlıların gökyüzünde uçtuğu ve toprağa girdiği gözlenmiştir. Lezzetli olmalarının yanında, şaman kültürlerinde, kın kanatlı simgeciliğinin önemini göz önüne almak da mümkündür; parlak renkleri ve görülmeye değer boynuzları, kendilerinden süsler olarak yararlanılmasına katkıda bulunmaktadır.
I.1. Şamanizm
Şaman değerleriyle, kın kanatlıların önemi arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmak için, konunun daha fazla aydınlatılması gerekebilir. Kendimizi, ilkel veya geleneksel kültürlerin biçimlerine tam olarak yoğunlaştırırsak, hiçbir şeyin, şans eseri ve kazara olmadığı sonucuna ulaşırız. Mircea Eliade’nin gösterdiği gibi, her şeyin kutsal bir anlamı vardır. Hayatın temel bir anahtarı olan gıda, ölümsüzlük simgeciliğinin varisidir ve ilahi olması nedeniyle, yenilebilen her şey, ilahi bir anlam kazanmaktadır. Fransız felsefeci Claude Lévi-Strauss, süsler ve gıda arasında, güçlü ilişkiler olduğunu göstermiştir.
Geleneksel kültürler tarafından kullanılan süsler, kesin olarak süsleyici amaçlı değildir; bunlar, kendisini taşıyan kişinin gücünü artırdığına inanılan, uğurlu bir doğaya sahiptirler. Bu nedenle, mümkün olduğu kadar sık biçimde, yenebilir nesneler, özellikle estetik nitelikler ve şaman simgeciliğine sahiplerse, süs olarak kullanılırlar. Bu durum, bazı metalik veya boynuzlu kın kanatlılarda görülmektedir. Parlak, metalik renkler, güneş suretini ve aydınlık gökyüzünü akla getirmektedir; boynuzlar, eğer onu taşıyanlar uçabilirse, yukarı yükselmeyi simgelemektedir.
Pek çok kın kanatlı türü, günümüzde, halen, Amerika’da, Avustralya’da, Asya’da ve Afrika’da gıda olarak kullanılmaktadır; bazıları, Avrupa’da da yenmiştir. Eş zamanlı olarak, “ilkel” toplumlar, geyik böceklerinin ve gergedan böceklerinin “boynuzlarını” olduğu kadar, süslü böceklerin ya da bambulların parlak kın kanatlarını da kullanmaktadırlar. 1900 yılının Yeni Sanat (Art Nouveau) kuyumculuğu sayesinde Batı Medeniyeti, kın kanatlılarla ve diğer böceklerle zengin bir şekilde süslenmişlerdir. Avrupa’da ve Amerika’da, gerdanlıklar, broşlar ve kulak küpesi süsleri, tunç üzerine oturtulmuş kın kanatlıları kullanmışlardır. Günümüze kadar, özellikle Meksika’da, bazı kın kanatlı türlerin canlı örnekleri, kadınlar tarafından, küçük bir altın ya da tunç zincire iliştirilmiş broşlar olarak takılmıştır.
I.2 Yaratıcı olarak Bok Böceği
Şaman toplumları arasında, dünyanın yaratılmasını, bok böcekleri ile ilişkilendiren mitler dizisi vardır. Chaco’daki (Güney Amerika) bazı Kızılderili kabilelerinde, “Aksak” denen büyük bir bok böceği, erkek ve kadın olarak, örneğine göre, kilden yapılmıştır. Bu nedenle, dışkıyı, topak olarak şekillendiren bok böceği, çömlekçi olarak tanımlanmaktadır; bu tanımı, yine, Eski Mısır’da da bulacağız.
Daha dikkate değer bir efsanede, bir su hayvanı, asıl sıvı kaosunun (karmaşasının) dibine dalarak yüzeye, karasal dünyayı oluşturacak bir miktar maddeyi kapıp geri getiriyor. Bu efsanenin bazı örneklerinde, dünyanın ilkel dalıcısı ve oluşturucusu bir kın kanatlıdır. Bu, özellikle Hindistan ve Güneydoğu Asya’daki Aryan öncesi halkı arasında görülen bir durumdur. Efsane, iki tür kın kanatlıyı bir araya getirmektedir: İsmi dalma yeteneğini çağrıştıran bir dalgıç kın kanatlı (ismi, Yunanca “dalıcı” anlamına gelen dytiscos’dan gelir) ve dışkı topağını kapıp iten bir bok böceği (elbette, ilkel sularda, birinin topağını ileri iteceği hiçbir kuru toprak parçası yoktu).
Yaratılış efsanelerinin farklı tersine çevrilmiş biçimlerinin, suya benzer bir simetrik (bakışımlı) ortam oluşturan gökyüzüne aynen uyarlandığı görülür. Sumatra’daki Toba halkına göre, büyük bir kın kanatlı, dünyayı oluşturmak üzere, gökyüzünden, madde topağı getirmektedir. Bu kın kanatlı, bir bok böceği olabilirdi (Mısırlılar ve Yunanlılar, bok böceklerinin dışkı topağını taşırken uçabildiklerine inanıyordu).
I.3. Budizm ve Taoculuk
Şamanizmin muhtemel bir mirasının, parlak kın kanatlılarla (özellikle süslü böceklerin kın kanatlarıyla) bezenmiş ayinsel süsler olduğunu biliyoruz. Bu tip süsler, MS 6. yüzyıla kadar Asya kıtasında bulunuyordu. Tutankamun’un mezarında (MÖ 14. yüzyıl), süslü böcek kın kanatlarıyla bezenmiş bazı nesnelerde görüldüğü gibi, Mısır’daki paralelleri bilindiği için, daha önceleri bulunmuş olabilmelerine karşın, kırılgan olmalarından ötürü, daha eski örneklerini bilmiyoruz. Asya’da, bunun günümüzdeki en değerli örneği, Nara’daki (Japonya) Horyuji tapınağındaki Tamamushi mahfazasıdır. MS 592’de tahta çıkan İmparatoriçe Suiko için yapılmış olup, üzeri, Chrysochroa fulgidissima (mücevher böceği) süslü böceğinin 9000 kın kanadıyla süslenmiştir.
Taoculuk, diğer bir Asya dini ya da ,daha doğrusu, felsefesidir. Bunun amacı, maddesel (vücudu için) ya da (ruhu için) ruhsal ölümsüzlüğe erişmekti. Elbette, ruhsal ölümsüzlük, daha değerliydi ve ulaşılması daha zordu. “Altın Çiçeğin Sırrı” denen ünlü bir metin, ruhsal ölümsüzlüğe ulaşmak için “yapılması gereken iş” örneği olarak, kutsal bok böceğini anlatmaktadır. Taoculuk, çeşitli madde topaklarının, ölümsüzlüğe erişilmesine yardım edecek güçte olduğuna inanıyordu. Bok böceğinin dışkı topağı, bu topak bileşenlerinden biri olarak tanımlanmıştır; larvası ve pupası ise, Taocu düşüncede şöyle kullanılmıştır:
“Bok böceği, topağını yuvarlar ve yaşam, bunun içerisinde, ruhsal yoğunlaşmanın dağılmamış işinin bir etkisi olarak doğar. Şimdi, dışkıda, bir embriyo (oğulcuk) gelişebilir ve karasal kabuklarını dökebilir; eğer içerisindeki ruhumuza yoğunlaşırsak, kutsal kalbimizin yerinden, neden bir vücut da meydana gelemesin?”
Bok böceği larvasının ve pupasının, topağın içerisinde gözlendiğine dikkat edelim; (gerçekte, yuvarlanırken, topağında gelişmemelerine rağmen, daha sonra yuvasında, topak, armut şeklini aldığında gelişirler); bunun, Mısır’da da gözlendiğini göreceğiz.
II. ESKİ MISIR
Kutsal bok böceği (Hiyeroglifli ve taştan)
II.1. Khepri ve Piramitler
Mısır medeniyeti, Nil Vadisi’nden yerleşik çiftçilerle, tarih öncesi, yeşil Sahra’dan gelen sığır yayan göçebelerin birleşip, birbirine karışmasından oluşmuştur. Bu insanların inançları hakkında düşünmek ve bunların her ikisinin de şaman ideolojilerini paylaştığını ileri sürmek mümkündür. Bunlar, büyük parlak metalik kın kanatlıların; Akasya ağaçları üzerindeki Süslü böceklerin ve sığır dışkısından büyük topaklar oluşturan, altın rengi-yeşil bir bok böceğinin farkına varmışlardır. Çoğunlukla, süslü böcekler şeklindeki, tarihi tarih öncesi Mısır’a uzanan, birtakım sert taştan kolye ya da küpe süsleri hakkında bilgimiz vardır. Tarih öncesi Mısır’da, bok böceklerinin kullanıldığı görülmemesine rağmen, 1. hanedan başlarında (MÖ 3000 dolaylarında), Mısır kültürü, bok böceği şeklindeki küçük bir kaymak taşı üretmiştir. İngiliz Mısır bilimcisi Flinders Petrie’ye göre, çanta, bir gerdanlığa takılacak şekilde tasarlanmıştı ve gerçek bir kın kanatlı içerecek biçimde yapılmış olabilirdi.
Mısır’da, bok böceği ile ilişkilendirilmiş ilk simgecilik, güneşle ilgiliydi. Tapınılan ilk bok böceği, muhtemelen, parlak metalik renkli Kheper aegyptiorum idi. Bok böceğinin güneşle ilişkilendirilmesinden gelen, kesin simgecilik şudur: dışkı topağını yuvarlayan bok böceği, güneşin, gökyüzündeki hareketinin açıklamasını sağlamıştır. Ancak, bu çözüm, ne mantıklı (gökyüzündeki bok böceği nerededir?) ne de özel olmuştur: Mısır kültürü, eski ve yeni inançlarını, eşit ve birbiriyle çatışmayan sadakatla benimsemişlerdir.
Güneş dininin başkenti, Yunanlıların Heliopolis (Güneş Şehri) olarak adlandırdığı “On” şehridir. Bok böceği güneş tanrısı “Khepri”nin, Hanedanlar öncesi dönemde, On’da ortaya çıkmış olması muhtemeldir. Khepri, parlak Kheper aegyptiorum (ismine, André Janssens tarafından 1940 yılında para basılmıştır) ile veya sonradan, daha sık tasvir edilmiş olan siyah Scarabaeus sacer ile ilişkilendirilmiş olabilirdi. Günümüzde, sadece ikincisi, bu bölgede bulunmaktadır; birincisi, Mısır medeniyetinden beri, önemli iklimsel değişimlerden dolayı, daha güneyde görülen bir türdür. Khepri (ya da Kheperi ya da Khepera) adı, “Var olan, Baki olan”anlamına gelir. Khepri adı, aynı kökten, “var olmak, oluşmak” anlamına gelen “kheper” ve “dönüşümler, başkalaşımlar” anlamındaki “khepru” gibi diğer sözcüklerle bağlantılıdır.
Aslında, en eski metin, kendisinin, alacakaranlıkta, batı ufkunda batmakta olduğunu açıklamasına rağmen, Khepri, gün doğuşundan gün batımına kadar, güneşi temsil etmiştir. Kısa süre içerisinde, önemini biraz kaybetmiş ve tüm Mısır medeniyeti boyunca, korumuş olduğu, yükselen güneşle ilişkilendirilmiş rolüyle sınırlanmıştır. Başının tepesine çıkan ya da onun yerini alan, bok böcekli adam olarak resmedilmektedir. “Ölmekte olan” akşam güneşi ile ilişkilendirilmiş Khepri’nin yerini, çoğunlukla, koç başlı olarak tasvir edilen, Atum tanrısı almıştır. Bu nedenle, koç başlı bok böceği, güneşi, “doğum/batım” ya da “doğuş/ölüm” çifti yönünden temsil etmektedir. Çoğunlukla, Atum’a ve Khepri’ye, bunları kapsayan Re, “Güneş”, ilave edilir.
Tüm Eski Krallık (MÖ 2650-2465 dolaylarında) ve , daha az kapsamlı olarak, Yeni Krallık dönemine kadar, Khepri, şu ünvanları elinde bulundurmuştur: büyük sabah güneşi tanrısı; kendiliğinden yaratılmış; evrenin yaratıcısı ve tanrıların babası. Ayrıca, “Khepri’nin büyük heykeli”olarak bilinen “Büyük Sfenks”, güneşi selamlamak için doğuya bakmaktadır. Bu heykel, Giza Piramitleri’ne yakındır ve, muhtemelen, aynı dönemde (4. hanedan, MÖ 2575-2465 dolaylarında) yapılmıştır. Eğer Büyük Sfenks, bir bok böceğini (tanrı) tasvir ediyorsa; sığırlar, Mısır dininde çok önemli olduğundan, Piramitler’in dev bir dışkı kümesi, yani sığır dışkı kümesi, dışındaki herhangi bir şeyi gösterip göstermediğinin sorulmasını gerektiğini söylüyordum.
Eğer bok böceğinin Sfenks’le ilişkilendirilmesi konusunda emin olamazsak, birkaç söz götürmez kocaman bok böceklerine sahibizdir. Kocaman terimi, heykeller, bir metre uzunluğu ancak geçtikleri için nisbidir. En büyükleri, British Museum’da olup buraya, muhtemelen, İskenderiye’den getirilmiştir. En ünlü olanı (aşağıda), kırmızı granitten yapılmıştır ve halen, büyük Karnak tapınağındaki asıl yerinde, iki metre yükseliğindeki bir kaide üzerinde durmaktadır ve turistlere, ikinci kez bakmaları ve bir gün geri dönebilmeyi istemeleri için ilham vermektedir. Belki, bu alışkanlık, kocaman bok böceğininki kadar eskidir!
II.2. Bok Böceği ve Mumya
Güneşin günlük yeniden doğuşunun anlaşılması, daima Mısırlılar’a duyulan ilginin kaynağı olmuştur. (Öldüğü ve gömüldüğü) Batı ufkunda güneşin battığı an ile (yeniden doğduğu?) doğu ufkunda yeniden doğduğu an arasında, güneşe, ne olmaktadır? Bazı göstergeler, Mısırlı bilginlerin, örneğin, papazların, toprağın altına gömüldüğünde, kın kanatlının dışkı topağına ne olduğunu sınamak konusunda, fikirleri olduğunu ortaya koymaktadır. Bunlar, muhtemelen, başkalaşımın böcek bilimsel gözlemini yapmış ve Fransız böcek bilimcisi Henri Fabre’nin yaptıklarını, yaklaşık 5000 yıl öncesinde gerçekleştirmişlerdir.
Ancak, Mısırlı papazların sonuçları, Fabre’ninkilerden oldukça farklı olmuştur. Bunlar, bok böceği topağının, böceğin yumurtasına benzediği sonucuna varmış gibi görünmektedir. Dışkıdan yumurtalarını oluştururken, bok böceklerinin, dişilere gereksinimi yoktur; bu nedenle, bunların tamamı erkek olmuştur. Sırası gelmişken, burada, Mısırlılar’ın, ayrıca, akbabaların tamamının dişi olduklarına inandıklarını söyleyelim (aşağıda).
Mısır anlayışı, yaşlı erkek bok böceklerinin topaklarını/ yumurtalarını yerin altına gömdükleri olmuştur. Topakta, kın kanatlı, yaşamsal değişimlere uğramış, çeşitli kurtçuk benzeri safhalarndan (larva) geçerek hareketsiz, ölümsü cesede (pupa) dönüşmüş ve eninde sonunda, topaktan yeniden doğmuştur. Mısırlı papazlar, yerin altında güneşe olanların, temelde bok böceği başkalaşımından farklı olmadığını düşünüyorlardı. Günün sonunda, güneş, toprağa bok böceği ve topağında görüldüğü biçimde girmektedir ( Güneşin, tek başına bok böceği ve/ veya topağı olarak tasvir edilebildiğini, burada, yine gözleyelim; bu görüşe, günümüzdeki kültürlerin inanması zordur). Güneş, yeraltında gizemli bir başkalaşıma ya da “khepru”ya uğrayarak, batıdan doğuya hareket etmekte ve sonunda, yeniden doğmaktadır. Ertesi sabah, güneş, bok böceği tanrı Khepri gibi, yerden, tekrar gençleştirilmiş olarak doğmaktadır.
Artık, Mısırlı bilginler ya da papazlar, inançlarını, daha ileriye geliştirmişlerdir. Eğer mütevazi bok böceği ve şanlı güneş, öldükten ve gizemli başkalaşımlara uğradıktan sonra, yerden, yeniden doğurulabiliyorsa, neden bu, insanlar için mümkün olmasın? İnsanlar, güneş kadar şanlı olmamalarına rağmen, bok böceği kadar mütevazi değildirler. Yeniden doğumun ya da yeniden dirilişin reçetesi, o zaman, toprağa girerken bok böceğine olanın, (güneşe olanların gözlenmesi daha zor olduğundan) mümkün olan en yakın biçimde taklit edilmesi olmuştur. En can alıcı olanı, karmaşık mumyalama sürecinin icat edilmesine ilham veren, son safhası (pupa) olmuştur. Tüm olasılıklar içerisinde, mumya, bok böceği pupasının taklidinden başka bir şey değildi; Geçici bir koşul, ceset vücudunu ve yeniden dirilişinden önce dayanması gereken başkalaşımları (khepru) korumayı amaçlıyordu.
II.3. Uğurlu Bok Böceği
Mısırlılar, toprağa gömülen eski bok böceği ile güneşle veya, daha doğrusu, güneş olarak gökyüzüne yükselen yeni bok böceği arasında ayrım yapmışlardır. Ölüler tanrısı olan Osiris, eski bok böceği olarak tanımlanmıştır. Şahin tanrı olan oğlu Horus ise, temelde öğle vakti güneşi olarak tanımlanmıştır; oysa, Khepri, sabah güneşi ile ilişkilendirilmiş halde kalmıştır. Ancak, 5. ve 6. hanedan dönemlerinde (MÖ 2365-2150 dolaylarında), kral piramitlerinin iç duvarlarına yazılmış şu Piramit metnine göre, iki hayvan, bazen, şaşırtıcı biçimde, bok böceği bedeninin şahin kanatlarıyla, bacaklarıyla ve kuyruğuyla melezini oluşturacak biçimde birleştirilmiştir:
Bir kuş olarak ve bir kın kanatlı olarak, ışıl ışıl uçarım;
Kabuğundaki boş tahtta, bir kuş olarak ve bir kın kanatlı olarak ışıl ışıl uçarım, ya Re!
Bu zamandan itibaren, bok böceği, hayatın ölüme karşı kazandığı zaferin en güçlü sembolü oldu. Yeni Krallık’ın “Cenaze Töreni Kitapları” bu rolü takdis etmektedir. Bunların en önemlilerinden biri olan “Ölüler Diyarı’ndakiler Kitabı” ya da Amduat’tan bir parça, Tutankamun’un mezarının duvarına, firavunun kafasının arkasında resmedilmektedir (üstte). Bu, gece sularında yüzen, güneş gemisini göstermektedir. Güneş, genç firavunun yeniden dirilişinin olduğu kadar, ertesi gün yeniden doğuşunun sözü olarak, bok böceği biçiminde tasvir edilmektedir. Daha sonra, fikir, Osiris’in huzurunda, ölüm sonrası yargılanmada ortaya çıktığında, bok böceğine yeni bir rol verilmiş oldu.
Büyük (3-10 cm) bir “kalp bok böceği” (sağda), sadece yeniden dirilişin bir işareti olarak değil, aynı zamanda mahkeme huzurunda, ölüye, savunmasını sunmasına yardım edecek bir avukat olarak, altın bir telle ya da zincirle mumyanın boynuna asılmıştı. Yeşil, uğur rengi olduğu için, bu bok böcekleri, çoğunlukla, yeşil taştan (bazalt, kil taşı, yeşim, vb.) yapılmıştır. Bunların düz tabanlarına, “(birinin) annesinin kalbi”ne dua eden Ölüler Kitabı’ndan belirli bir bölüm, resim yazı (hiyeroglif) halinde yazılmaktadır ve bu ifade, muhtemelen, kalp bok böceğine ismini vermektedir.
Kalp bok böceği, tarih boyunca sevilen bir muska olarak kalmıştır ve bu ufak tefek figürlerden yüz binlercesi Mısır topraklarında bulunmaktadır. Çoğu kez, bunların düz tabanına, uğur güçlerini artıracak, hayırlı yazılar oyulmaktadır. Bu usüllerin en ünlüsü, firavun III. Tutmosis’in “ismi” yani çevrilmesi zor olmasına rağmen, “Re, kalmaktadır ve Gizli ve Açığa Çıkmış hale gelmektedir“ şeklinde okunabilen “Men Kheper Re”dir. Hiyerogliflerin bileşimi, Büyük Teb (Thebes) Tanrısı’nın ismi “Amun” olarak da okunabilir. Bu özel okunma şeklinde, güneşin resim yazısı (hiyeroglifi), “re”nin yerine “aten” olarak okunmuştur ve sadece, ilk harfi “A”nın yeri korunmuştur; “men” resim yazısı, “M”olarak okunmuştur ve bok böceğinin resim yazısı (hiyeroglifi) ise, “kheper” in yerine “ilahi” anlamındaki “neter” olarak okunmuştur. A-M-N (Amun!) haline gelmiştir.
Bu iyi oyulmuş muskaların bazıları, arazileri göstermek amacıyla, mühür olarak kullanılıyordu. Krallar ve halkından kimseler, bu tür benzer küçük bok böceklerini kullanıyorlardı; zenginler, bunları altın yüzükler halinde taktırıyorlardı, oysa fakirler, bunları sadece ipe diziyorlardı. Bu küçük bok böceği mühürlerinin yanında, krallar için yapılmış çok daha büyük bok böceklerini (5-12 cm) de biliyoruz. Bunların en iyi bilineni, Kraliçe Tiye ile evliliği gibi, saltanatının (MÖ 1391-1353) önemli olaylarını kutlamak için yayınlanmış olan, III. Amenofis’e ait olanlardır.
II.4. Ptah ve Neit
Ptah, firavunların tacını giydiği eski başkent Memfis’in bir tanrısıydı. Aslında, bir dünya tanrısıydı: ta, Mısırca, “dünya” amlamına geliyordu. Ayrıca, Ptah, ilahi bir zanaatkardı. Bok böceği, dışkının biçimlendiricisi olduğundan, kendisine, kilden erkeği ve kadını kalıplandırma yeteneğinin atfedilmesini sağlıyordu. “Kheper”in ve “neter”in yanında, bok böceği resim yazısı (hiyeroglifi), “dünya” ya da “Ptah” olarak da okunabiliyordu. Geç Mısır döneminde, Ptah, çoğunlukla, kafasının üzerine, ismini yazan bok böceği giyen, yaşlı Khepri olarak tasvir ediliyordu. Bundan dolayı, Ptah’ın, bu dönemde, ölüler tanrısı Osiris’le karıştırıldığı gibi; bok böceği, Ptah’ın başka bir suretiydi.
Aynı geç dönemde, başkentin, yeniden Memfis olması kararlaştırıldı ve Ptah, Teb’deki Amun’a karşı eski üstünlüğünü yeniden kazandı. Ayrıca, Neit isimli Sais (Memfis’e yakın bir şehir) tanrıçası, yeniden önem kazanmış ve Ptah ile ilişkilendirilmiş olan, çok yaşlı ve yarı unutulmuş bir ilah idi. Erken Mısır döneminde, bunun simgesel hayvanı, muhtemelen, bir kın kanatlı olan Lanelater notodonta takla böceğiydi. Daha sonra, bu özel böcek unutulmuş ve erkek olduğu düşünülen, bok böceği ile karıştırılmıştır. Bu nedenle, kın kanatlı, artık, tanrıça için uygun bir simge olarak kalmamış ve belirsiz nedenlerden ötürü, akbabalar tamamen dişi olarak kabul edildikleri için, bunun yerini, akbaba almıştır.
Ptah’ın ve Neit’in Büyük İlah Çifti olarak ilişkilendirildikleri dönemde, Mısırlı papazlar ve yazıcılar, pek çok sözlü ve yazılı kelime oyununun zevkine varmışlardır. Ptah’ın diğer bir isminin, Ten (gerçekte, bir başka eski dünya tanrısıydı ve Phah ile karıştırılıyordu – geç Mısır inançları, son derece karmaşıklaşmıştı) olduğunu hatırlıyorlardı. Ten ismi, Net’in (Neit’in) bakışımlısıydı (simetriğiydi): T-N ve N-T. Bu dönemin yazıcıları, Ptah’ın (Ten’in) ismini, bok böceğinin (T) ve akbabanın resim yazılarıyla (hiyeroglifleriyle); Neit’in ismini ise akbabanın (N) ve bok böceğinin resim yazılarıyla (hiyeroglifleriyle) yazıyorlardı.
Mısır medeniyetinin sonunda (MS 4. yüzyıl), güvenilir biri olan Horapollo, Yunanca çevirisine sahip olduğumuz resim yazılar (hiyeroglifler) hakkında, bir bilimsel inceleme yazmıştır. İçerisinde, bu kutsal yazılı kelime oyununu gösteriyordu. Ayrıca, bok böceğini, “yegane vücuda getirilen” olarak açıklamaktaydı ve Yunanca sözcüğü, İsa’ya göndermede bulunan Yuhanna (3:16) tarafından kullanılanın (aşağıda) aynısıydı.
III. Hint-Avrupalılar
III.1. Eski Avrupa
Minos medeniyetindeki Girit’te, kille kabaca biçimlendirilmiş boynuzlu bok böcekleri, köylülerce, muhtemelen, doğurganlık ayinlerinde kullanılmıştır (aşağıda). Bu modelleri bir yana bırakırsak, bok böceğinin rolü, eski ve klasik Yunan medeniyetinde açık değildir. Geç Mısır dönemlerinde, bodur hayvanlar (“pataeci” adı altında), Ptah’a adanmıştır ve bunların çoğu, kafasına, bok böceği takıyordu. Pigmelerin kendisi, cesedi temsil etmesine rağmen, muhtemelen, bu nedenle, bok böceği, Yunanlılar arasında, “Pigmeler’in kralı” olarak ün kazanmıştır. Üstelik, geniş anlamda, bok böceklerinin, savaşçıların üyeliğe kabul töreni ayinlerinde (inisiasyonlarında) (muhtemelen, savaşçıların ölüm getirdiği gerçeğinden dolayı), önemli olduğuna dair kanıtlar bulabiliyoruz. Bunun sonucu olarak, bok böceği, kartalla aynı derecede Zeus’a adanmıştır.
Aslında, her iki hayvan da tanrıların Kralı’nın gözdeleri olarak birbirleriyle değiştirilebilir görünmektedir. Ezop öyküncesi (fablı) “Kartal ve Bok Böceği”, bok böceği ve Kartal arasındaki ya da ,daha doğrusu, bunların destekçileri arasındaki dünyevi anlaşmazlığın kanıtıdır. Bu öyküncede, bok böceği kazanmaktadır, ancak tarihsel olarak, kartal, bok böceğine üstünlük sağlamıştır ve şimşeğini taşıyan, Zeus’un belirtkesi (amblemi) olarak kalmıştır. Ayrıca, öykünce, Büyük Tanrılar’ın T-N ve N-T isminin yazılması için, bok böceği ve akbabanın (Mısır’da kartal yoktur) birleştirildiği geç Mısır dönemlerinin yadigarı olabilirdi (yukarıda).
Bu arada, en ünlüsü, bir köylünün, dışkı yeme alışkanlığında israr eden dev bir bok böceğinin üzerinde, Olimpos Dağı’na uçtuğu Aristofanes’in “Barış” adlı güldürücü piyesi (komedisi) olan, alay ve şaka konusu haline geldi. Bu saçma yönlerine rağmen, bok böceği, ilahi doğasını korumaktadır ve böylece, Zeus’un tahtına ulaşmaktadır. Önemine dair diğer bir ipucu, kutsal sarhoşluğu sağlamak için, saf şarabın sunulduğu Dionysos’un bardağına “scarab” (yunanca: kantharos) isminin verilmesi olabilirdi. Dionysos, Mısır’a şarabı getirdiği söylenmiş olan Osiris ile ilişkili görünmektedir.
Kutsal bir esrime olarak, sarhoşluk, gökyüzünü, dünyayı ve ölüler diyarını birleştiren şaman güçleriyle ilişkilidir. Ayrıca, Dionysos’un, ateş tanrısı olan Hephaistos ile yakın ilişkisi vardı. Şarabın yanması ya da , en azından, ateşte olduğu gibi ısıtması nedeniyle, Hephasitos, çoğunlukla, sarhoş olarak tasvir edilmektedir. Hephaistos, Yunanlılar tarafından, geç Mısır bok böceği tanrısı Ptah ile karıştırılmıştır. Almanya’da, şimşeğin özelliği, sadece Odhin’in sonra ikinci gelen Thor (ya da Donar) tanrısına aitti. Geyik böceği, Thor’a adanmıştır ve sadece yıldırım ve şimşeği değil, aynı zamanda kor halindeki ateşi taşımasıyla ünlüydü. Thor, damı sazlarla ya da yapraklarla kaplanmış evleri, ateşe vermesiyle ünlüydü; bu nedenle, ateşle ve şimşekle ilgili pek çok isim halen Almanya’da sıkça kullanılmaktadır.
III.2. Hindistan ve İran
Avrupa’daki eski bok böceğine ilişkin, kaynak sıkıntısı yaşanmakla beraber, Ari Asya’sında bu tip göndermelere rastlamak, neredeyse imkansızdır (Şaman Asya için, yukarıya bakınız). Olsa olsa, kutsal içecek somaya ilişkin alt konumdaki cinler olan, Hint Gandharvas’a değinebiliriz. Gandharvas, Yunan sözcüğü “kantharos”a yakındır (bok böceği ve Dionysos’un bardağı ile ilgili) ve Soma, şarapla ilişkili olabilir. Fransız mitolog Georges Dumezil, Gandharvas ismini, ayrıca “kantharos”a yakın olan kentaurlarınkiyle karşılaştırmıştır. Kentaurlar ve Gandharvas, az veya çok denktir; her ikisi de, kutsal sarhoşlukla ilgili küçük ilahlardır ve muhtemelen şaman kökenlidir. Zerdüstlük öncesi İran’da, Haoma, Hint Soma’nın rolünü oynamış ve Gandharvas’ın yerel muadilleri, Gandarevas adı altında bulunmuştur.
IV. Yahudi-Hristiyan Kültürü
IV.1. Sami Halkı ve Kitabı Mukaddes
Mısır medeniyeti, etkisini, tüm Orta Doğu’da ortaya koymuştur. Fenikeliler, özellikle kültürüne alıcı olmuş ve bok böceğini, uğur muskaları olarak benimsemişlerdir; ancak, bunu, gerçek Mısır bok böcekleri arasında hiç bulunmayan bir karakter olan, 4 kanatlı olarak tasvir etmişlerdir. Batı Fenikeliler ya da Kartacalılar için bok böcekleri, tüm mezarlarında bulunacak derecede, daha da önem taşıyordu. Mısır bok böcekleri, mevcut olduğunda, Kartaca’ya ve kolonilerine çom sayıda ithal edilmiştir. Daha sonra, bok böceklerini, kendileri, yapmaya başlamışlardır. Bazı yerler, örneğin, Sardinya adası, bu özel sanayi ile ünlü olmuştur. Bu, muhtemelen, muska ve süs bok böcekleri oyma alışkanlığının, Etrurya’ya ve sonra, bunların simgesel önemlerini kaybettiği Roma’ya geçmesinden kaynaklanmaktadır.
İsrail’e dönecek olursak, bok böceği sözcüğü, Tevrat’ta bulunmamaktadır. Yahudi yazarlar, bu Mısır simgesel karakteri yüzünden, iğrendiği düşmanı anmak istememiştir. Ancak, Kitabı Mukaddes’in Yunanca çevirisinde, “kın kanatlı” kelimesi (Septuagint olarak anılmıştır), bir kez, şöyle geçmektedir (Habakkuk 2:11):
“Ona, taş, duvardan ağlayacak ve kın kanatlı, keresteden, kendisine cevap verecektir”.
IV.2. Hristiyan yazarlar
Hanakkuk’un parçasına, Milan’lı Aziz Ambros’un ondan oluşturduğu kullanımı hariç, burada yer verilmeyecektir. Beş vesileyle, Kilise’nin bu Babası, metinden bahsetmiş ve İsa Mesih’i, Habakkuk’un bok böceği ile karşılaştırmıştır. Diğer Hristiyan yazarları (Aziz Agustin, İskenderiye’li Aziz Cyril,vb.) da, denk ya da benzer mukayeseler yapmıştır. Bunlar, Mısır dininin, Hristiyanlığa muhtemelen etkisinin en açık kanıtlarıdır. Ayrıca, bunlar, örneğin, İsa’dan bahseden Yuhanna 3:16’da kullanıldığı gibi, aynı Yunanca sözcüklerle (monogenes: en sevilen oğul) “yegane vücuda getirilen” olarak bok böceğini açıklayan, Horapollo tarafından belirtildiği ve diğer Hristiyan yazarlarca tekrar söylendiği gibi, bazı geç Mısır inançlarından etkilenmiş (ya da onları etkilemiş) olabilir.
IV.3. Çağdaş Avrupa
Geyik böceği biçimindeki bok böceğine tapınmanın en uzun süre israrla devam ettiği Almanya’da, “bok böceği: İsa” denkliği, yaygın olarak kabul edilmiştir. Mükemmel Alman ressamı olan Albrecht Dürer, çeşitli resimlerinde, geyik böceğini, İsa ile ilişkilendirmiştir ve böceğin ünlü sulu boya resmini yapmıştır. Cizvit Athanasius Kircher (1620-1680), Aziz Ambros’a ve Mezmur 22:6’ya değinirken, şurada “bok böceği: İsa” tanımını anmaktan çekinmemiştir: İsa’ya değinilen “Fakat ben insan değilim, bir kurtçuğum” dizesinde ve Kircher’in dediği gibi) “kimisi, kurtçuğun yerine, bok böceğini okur” ifadesinin geçtiği yerlerde. Hristiyan inancını, Simya ile bütünleştirerek, daha da ileri gitmiştir: ona göre, bok böceği, Büyük İş’in ilk özdeği olmuştur.
Bu görüş, Büyük İş’in ürünü,“Felsefe Taşı” olarak adı geçen nesnenin, örneğin, tüm insanlar için yeniden diriliş sözü olan, ölüden diriltilmiş İsa’dan başka bir şey olmadığını yazılarında açıklayan Michael Maier (1566-1622) gibi, bazı simyacılar tarafından paylaşılmıştır. Belki, halen, bazen (yukarıda değinilen Art Nouveau (Yeni Sanat) kuyumculuğunda olduğu gibi) süs olarak kullanılan bok böcekleri ve diğer kın kanatlılar, kökeni, Mısırlılara ve Yontma Taş Devri şamanlarına uzanabilen, bu eski inançların son kalıntılarıdır.